Monday, March 21, 2016

TESETTÜR MAYOLARI M&S'DE

Tesettür ve tesettürlü sayısı İngiltere'de her gün artıyor. Bu eğilimi fark eden Yahudi yatırımlı Marks & Spencer mağazaları, İngiltere'de tesettür mayoları satmaya başlıyor.

















































http://www.modestkini.com/en

Türkiye dışına alternatif mayoları ilk çıkaran bendim, 10 yıl önce. O dönemde Türkiye dışında bu ürünler bilinmiyordu. BBC'de Kom ve Haşema şirketlerini anlatan bir belgesel bana bu fikri vermişti. Müşteriyi eğittim, ürün bilinci yerleştirdim. Aynı zamanda mal aldığım firmalardan daha az kapalı ürün yapmalarını istedim.

Bu tür mayoları sadece dindar Müslümanların aldığını sanma yanılgısı ise sadece Türklere mahsus. Ne yazık ki "laik" geçinen kesimimiz "Haşema" resminin ötesini göremiyor. Bu işi başlattığımda Türk arkadaşlarımdan tepki alırken İngilizler tarafından tebrik edilmiştim, çünkü eve hapsolmuş kadınlara havuza gidebilme ve çocuklarına havuzda eşlik edebilme özgürlüğü sunmuştum. Müşterilerimden aldığım teşekkür mesajları beni duygulandırmıştı. "Size çok teşekkür ederim bu ürünleri sattığınız için. Nihayet yüzmeye gidebileceğim" diyorlardı. Aşırı dindar Müslümanlardan tehdit aldığımı da ekleyeyim- ki aralarında kadınlar da vardı. Onlar da kadının hiç bir şekilde evden çıkmasını istemiyorlardı. Bazı müşterilerimin beni hayattan bezdirdiğini de eklemem lazım.

10 yıl içerisinde çok şey öğrendim. Mesela Amerika'da ciddi bir Hristiyan nüfusu Müslüman mağazalardan kıyafet alıyor, başka yerde bulamadığı için. Kliseye giderken giymek için özel eşarplar satılıyor. Yaka kapatıcı parçalar, uzun bedenli ve kollu tişörtler, kolları kapatan eldiven gibi parçalar, uzun elbiseler, paçalı iç çamaşırları, vs. Onlar da tam kapalı mayo giyiyorlar. Örtülü kadınlar diye bir grupları var. Kendileri gibi olmayan Hristiyanlar tarafından Müslüman sanılıp da hor görülmekten şikayet ediyor ve Müslüman kadınlara bu anlamda destek veriyorlar.

Kanser tedavisi gördüğü veya çok kilolu olduğu veya çok kilo verip de vücudu deforme olduğu veya sırf vücudundan utandığı veya yaşlı olduğu, güneş alerjisi olduğu için mutaassıp mayo alan müşterilerim oldu. Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Hindu, Budist, Ateist, doktor, politikacı, ev hanımı, avukat, vs. her dinden, her kesimden müşteri. Yani bu ürünlerin dini ve ırkı yok. İngiltere'nin eski başbakanı Tony Blair'in karısı bile müşterim olmuştu. Dindar Katolik bir aile olduklarını hükümetten ayrılınca ilan etmişti Blair.

Yalnız dindar Yahudiler benden mayo alamadılar çünkü onların inancına göre kadının dizden yukarısının ayrık görünmemesi gerekiyor, yani mayonun boyu diz altına kadar inmeli. Olacaksa yanda yırtmaç olmalı. Bakalım M&S onlara da hitap eden mayolar satacak mı.

Kapıyı ben açtım ve o açık kapıdan bir sürü firma geldi geçti. Araplardan çok kar edeceğini sananlar hayal kırıklığına uğradılar, çünkü onlar özel havuzlarında örtünme ihtiyacı içinde değillerdi. Mal alıp da ödeme yapmak istemeyen mağazalar beni toptan satıştan nefret ettirdi. Sonra ürün resmi çalarak aynı kalite ürünü, hiç görmediği halde, üç kuruşa sattığını iddia eden Çinlilerle uğraştım. Şimdi ise büyükler işe el attı ve ben bu işten çıkıyorum. Ancak sanırım M&S sadece tam kapalı mayo satacak. Oysa pazarın ihtiyacı olan az kapalı mayolar. Fark ettinizse son yıllarda Avrupa mağazalarında etekli ve şortlu mayo modellerinde artış oldu. Haşema türü tam kapalı mayolara talep az. Bakalım ona ne zaman uyanırlar 😜

Hep demişimdir, fikirden para kazanılsa zengin olurdum 😀













- Posted using BlogPress from my iPhone

Location:TESETTÜR MAYOSU M&S'DE

Location:TESETTÜR MAYOSU M&S'DE

Location:TESETTÜR MAYOSU M&S'DE

Monday, March 14, 2016

KAÇ YAŞINDAKİ ÇOCUK EVDE YALNIZ KALABİLİR?

İngiltere bugün bunu konuşuyor. Geçen yıl 500 kişi çocuklarını ihmal etmek ve tehlikeye atmaktan dolayı tutuklanmış. Bu davalara konu olan en küçük çocuk 6 haftalık, en büyük çocuk da 15 yaşında imiş. Aradaki fark çok fazla, değil mi?

Şu anda kanunda çocuğu evde yalnız bırakabilme konusunda belli bir yaş sınırı yok. O nedenle ebeveynlerin bir referans kaynağı da yok. Çocuklarının tehlikede olup olmayacağına kendileri karar vermek zorunda ki, bu imkansız. 11 yaşındaki yeğenimle sürekli bu konuda sorun yaşarım, bende kaldığı zamanlarda. Ya evden, ya da arabadan çıkmak istemez. Kavga kıyamet ve çoğunlukla gideceğim yere geç kalarak çıkarız. O zaman bu ebeveynleri anlayabiliyorum.

Dünyanın her ülkesinde yalnız bırakılan çocukların başına gelen felaketleri biliriz. Örneğin; beni 3 yaşında kamyonda yalnız bırakan babam, ben arabanın vitesini boşaltıp da kamyonu göle doğru gönderince, kamyona yetişmek için koşmak ve beni bir daha araçlarda yalnız bırakmamak zorunda kalmıştı. Ben araba kullandığımı sanıyordum. Hedefimde bir göl olduğundan filan haberim yoktu. Bir babanın dehşetini düşünün, hem evladınız, hem de ekmek tekneniz felakete doğru hızla yol alıyor, çünkü siz haklı olarak 3 yaşındaki bir çocuğun kamyon kullanmaya yelteneceğini hiç düşünemiyorsunuz. İşte felaketler böyle hayal edilemeyen durumlarla geliyor.

Şimdi yaş limiti konusunda hukukta bir netlik oluşturulması konusunda kampanya başlatıldı. Tabii bu her o yastaki çocuk yalnız bırakılabilir anlamına gelmeyecek.


- Posted using BlogPress from my iPhone

Saturday, March 12, 2016

LONDRA'DA YAŞAMA BEDELİ PROTESTOSU

Oxford Circus istasyonundan çıkarken tantana karşıladı beni. Bir grup "Londra'da Yaşam Bedeli/Ücreti (London Living Wage" talebi ile protesto gösterisi yapıyordu. Londra'nın bu ünlü alışveriş caddesini seçmelerinde ve Top Shop mağazası önünde durmalarında bir abes görmedim. Oysa bulundukları her noktanın bir hedef olduğunu tahmin etmem gerekirdi. Demek ki Top Shop, Yaşam Ücreti Fonu'nun (Living Wage Foundation) belirlediği 9.40 sterlin saat ücretini ödemiyor. Asgari ücret saat başına £6.70 ve Londra'da yaşam çok pahalı olduğundan bir çok genç birlikte ev paylaşarak yaşamaya çalışmakta. Genç evli çiftler dahi başkaları ile ev paylaşmak zorunda kalabiliyorlar.



Hızla hedefimdeki mağaza Housr of Fraser'a gidip işimi hallediyor ve John Lewis'e geçiyorum. John Lewis buranın Boyner'i veya şu anda Istanbul'dakilerin alışık olduğu Debenhams'ın bir kaç gömlek üstü diyebileceğimiz, İngiliz sembolü olan bir çok katlı mağaza. Aynı zamanda bizim Makro Süpermarket sınıfında Waitrose süpermarket zincirleri sahibi. Bu şirketin en önemli özelliği personelini hisse sahibi yapması. O nedenle iş görüşmeleri çok sıkı geçiyor ama o sıkı dokunmuş elekten öyle kaçanlar oluyor ki bazen, parmak ısırtıyor.

Eşimle buluşacağım için koştura koştura giderken büyükelçimizin eşini görüp selamlıyorum. Bir kaç dakika sonra ödememi yaparken kıyamet kopuyor. Sirenler ve hoparlörle bağırmalar ortalığı yıkıyor. Anlıyorum ki Top Shop'un önündeki kortej harekete geçmiş. "Amma da gürültü geliyor caddeden" derken mağazanın yangın alarmı çalmaya başlıyor. Ben bir taraftan telefonda eşime laf anlatmaya çalışırken tehlikeyi de anlamaya çalışıyorum. Hoparlörlerden anons yapılıyor "lütfen asansörleri kullanmayın". Yürüyen merdivenlerin başına gelirken gürültü artıyor ve anlıyorum ki protestocular mağazanın içine girmişler. Kimse engel olmuyor. "Türkiye'de bunu yapabilirler miydi?" diye düşünmeden edemiyorum. Merdivenlerin başındaki görevliler bizi mağazanın arka tarafına yani göstericilerden uzağa yönlendiriyorlar. Çıkarken bir anonsa daha duyuyorum "sayın müşterilerimiz mağazadan çıkmak zorunda değilsiniz". Ben çıktım bile






Yolda niye John Lewis'i seçtiklerini düşünüyorum. Acaba onlar da mı asgari ücret ödüyorlar?! Gösteri amacına ulaştı. Kafama soru işaretini soktu işte 🤔




- Posted using BlogPress from my iPhone

Friday, March 11, 2016

JAPON ÇAYI

Japon komşum Soko'ya çaya davetliydim bugün. Kendisi bir kaç yıldır çay servis eğitimi alıyor ve bu eğitim 20 yıl sürebilirmiş. Annesi bir "Çay Uzmanı". Kafamın almadığı bir uzun süre bu, ama çay sadece içmek için değil, bütünüyle ruhsal ve kültürel bir tören onlarda.






İlk olarak törenle ve özel aletlerle hazırlanan "macha" çayını içiyoruz. Her kabın durduğu yer ve birbirine olan mesafesi konusunda kurallar mevcut. Sebebini anlamam uzun sürer. Soko'nun İngilizcesi anlatmaya yeterli değil. Bir gün fırsat bulursam okurum. Hemen buradaki Türk arkadaşlar için bir çay töreni organize etmek istiyorum ama yanaşmıyor. Daha fazla alet ve ona uygun bir ortam lazımmış. British Library'de her ay yapılan çaya gitmem daha uygunmuş. Öyle yapacağız artık.






























Kınaya benzeyen yeşil Macha (Maça) çayı tozu ile kaynar su traş firçasına benzeyen, bambudan yapılmış bir fırça yardımı ile köpürtülüyor. Bu kulpsuz çay tasının sunumu da belli kurallara bağlı.












Tasın bir ön yüzü, bir de arka yüzü var. Tasın ön tarafı konuğa bakacak şekilde konuğa veriliyor ama o ön taraftan içmiyorsunuz. Tası hafifçe iki defa avucunuzda döndürüp bir iki yudum alıyor, sonra geriye doğru çevirip tekrar içiyorsunuz. Son kalan bir kaç yudum çay birden içiliyor. Yani fondip! Macha çayı çok pahalı olduğundan sadece özel zamanlarda içiliyormuş. Bir çok kişinin tadını beğenmeyeceğine eminim. Ben böyle bitkilere meraklı olduğumdan "sağlık ve saygı" adına keyifle içtim.

Sonra bildiğimiz gibi demlenen yeşil çay içtik. Japon yeşil çayı epey sert. Bir kere servis edildikten sonra çaydanlıkta kalan yapraklara bir kez daha su dökülüyor ve ondan sonra hem çay içilmiyor hem de yapraklar ıskarta oluyor.

Masamızda Japon sadeliği vardı. Soko'nun hazırladığı sade bir çiçek aranjmanı ve bir kaç bisküvi. Bizim gibi masayı hınca hınç doldurup da "ah şunu deneyemedim" veya "şundan doyasıya yiyemedim" dedirtmiyorlar.












Mart'ın birinci günü kızlar günüymüş Japonya'da. Dolayısı ile masamızda bu güne özel bisküviler vardı. Bizim kağıt helva gibi bir malzemeden yapılmış malzeme in içine kırmızı fasulye ezmesi koyup yedik. Bu bisküvilerin bir kısmı istiridye kabuğu şeklindeydi. Japonya'da kadın simgesi istiridye kabuğu imiş.






Kızlar günü dolayısı ile etrafta Prens ve Prenses figürlerinden oluşan minyatür heykeller ve tablolar vardı. Resimlerde görebilirsiniz. Büyük figür prens yani erkek, minyon olan da Prenses hanım 😀

Japonların paketleme süslemedeki aşırı titizliği, her bir bisküviyi ayrı ayrı paketleme hastalığı "doğaya" zarar konusunda kafayı yiyen benim gibi birine çok hoş görünse de, aynısını yapmama engel oluyor. Biz sırası geldiğinde gazete kağıdına hediye paketleyen, birbirine verdiği hediyenin paketini özenle açıp "bunu tekrar kullanırız" diye kenara ayıran bir çiftiz.

Japon Türk ilişkileri bizim sokakta şu anda iyi gidiyor. İki ev arasında geleneksel yemekler el değiştiriyor. Daha çok yemek yapan taraf ben olduğum için, Türk yemeklerinin karşı tarafta çok beğeni kazandığını artık biliyoruz. Yoğurtlu çobana bile bayıldıklarına göre tamamdır bu iş.

Bir kaç yıl önce yan tarafta yaşayan Japon hanıma yemek verirdim. Bir gün resimlerini çekip bloguna koyduğunu söylediğinde paniklemiştim "ama görüntüleri güzel değil ki!" Bilseydim zeytinyağlı fasulyeyi verirken fasulyeleri tabağa güzelce dizerdim 😜 O herkesin çok beğendiğini söyledi. Bizim ev yemeklerimizin düzenlenmesi çok zor, çoğunlukla sıvı olduğu için. Kayınpederim Türkiye ziyareti sırasında "hiç bu kadar karışık görünen (itici demek istedi) ama güzel tadan yemekler görmedim" demişti.

Şimdi Japon komşumla Türk ve Japon yemek günü organize ediyorum. Sadece ailelerimize özel. 😀 Ben ondan, o da benden tarif alacak.


- Posted using BlogPress from my iPhone