Friday, February 13, 2009

KOCANIZ SİZİ KİMİNLE ALDATSIN İSTERSİNİZ?

Bir süredir DVD’den, eski bir BBC dizisini izliyoruz, “Bed Time Stories (Yatma Vakti Hikayeleri)”. Üç tane birbirine bitişik evin, yine birbirine bitişik yatak odalarında, yatma vakti konuşulanları dinleyerek hayatlarının genelini anlamaya çalışıyoruz kahramanların.
Evlerden biri 30’lu yaşlarının başlarında bir çifte ait. 6 aylık da bir bebekleri var. Kadını hep yatak odasında pijamaları ve hayatından bezmiş hali ile görüyoruz. Bebek hayatından çok şey götürmüş.
Koca ise odaya hep işten direkt geliyor. “Demek ki uzun saatler çalışıyor” diyorum. İlk beş bölüm boyunca konuşmalar hep aynı konu üzerinde dönüyor. Kadın kocasının kendisini iş yerindeki bir kadın ile aldattığına inanıyor. Konuşmalardan bu konunun daha önce çok sorun yarattığını, kadının psikolojik tedavi gördüğünü ve teşhisin, “hamilelik sonrası depresyona bağlı paranoya” olduğunu anlıyoruz. Kadıncağız ne kadar uğraşsa da kendini şüphelenmekten alamıyor.
Koca ise ne kadar masum görünüp “vallahi kimse yok. Sen yine paranoya yapıyorsun” dese de arada yaptığı telefon konuşmaları içimize kurt düşürüyor. Bir de sürekli, olur olmaz saatte arayan Graham adında bir patronu var.
Kadın hızını alamayıp kocasının iş arkadaşlarına bir yemek veriyor ve iki arada bir derede, şüphelendiği kadını kenara çekip direkt “kocamla yatıyor musun?” diye soruyor. Bizim kadının psikolojik durumu herkesçe malum ki, suçlanan kadın gayet sakin “hayır” diyor. Bizimki de rahatlıyor ancak şüpheler tekrar saldırıyor. O değilse başkası ama ille de biri var diye paralıyor kendini. Adam da aynı şekilde “yok” diye ciddi bir savunmada. Bir kadın olarak kadını anlamaya çalışıyor ve bir bebekle eve hapsolmuş hali ile empati kurmaya uğraşıyorum. Bir taraftan da kocasına bu kadar yüklenerek evliliğini tehlikeye attığı için kızıyorum.

Derken son bölüm... Koca eve geldiğinde bizim kadının elinde bir biberon var. Kocasına hevesle “bu gün düşündüm ve paranoya yaptığıma karar verdim. O nedenle bebek biberona alışır alışmaz ilaç almaya başlayacağım. Birisi olduğunu fikrini kafamdan atmam lazım, çünkü birisi yok”. İşte orada yıkıcı darbe gelir; koca “hayır birisi var” der.
Kadın gibi ben de şoktayım, çünkü kadının paranoyak olmasını tercih ederdim. Kadının ilk sorusu doğal olarak “kim? Melisa mı?”. “Hayır”. “Ofisteki başka bir kadın?” . “Hayır”. “Peki kim o zaman?”
Bu sorunun cevabı daha da trajik; “Graham!”. Hani şu zırt pırt arayan patron vardı ya, işte o! Tuhaf bir rahatlama yaşıyorum ve hatırıma bir kaç arkadaşımın benzer anıları geliveriyor. Bir duygu fırtınası var orada. Ne hissettiğine karar vereme, daha doğrusu hissettiklerinin uygun olup olmadığına ilişkin bir karkagaşa var.
Kadın kahramanımızın ilk sözleri “iyi. En azından hasta olmadığımı öğrenmiş oldum.Demek ki paranoyak değilmişim” oluyor ve haklı olarak pozitif bir sonuç çıkarmaya çalışıyor bu durumdan. Koca “hayır” diyor, “bu olay son 3 gündür var. Ben de kendimi yeni keşfettim. Yani sen daha önce paranoya yaptın”.
Kendimi hemcinsimin yerine koyup hissetmeye çalışıyorum. Öncelikle koca karısını bir başka kadınla aldatmamış, yani karısı ile ilgili bir sorun yok. Yaniiii, kadın hatalı değil. Kimse kalkıp da ona “kocanı kaçırdın çaçaron!” gibi laflar edemez. Kadını n bu durumda kocasını elinde tutabilme imkanı ayın kırmızı doğması kadar olası. Kadının yaptığı veya yapmadığı hiç bir şey bu duruma sebep olmamış. Kadın suçsuz yani. Anlaştık mı?!
Bir de fark ettim ki kadın kendini böyle bir durumda çok daha güçlü hisseder çünkü kendisinden kaynaklanan bir sebeple yuvası yıkılmadığından öyle ayılıp bayılıp bunalımlara da giremeyecektir. Hakikaten şöyle bir hayal edin bakın, kocanızın sizi başka bir kadın için terk etmesi ile başka bir erkek için terk etmesi arasında ne kadar fark var. Siz hayatınızı başka kadınlarla rekabet ederek geçirmişsiniz. Rakibiniz hiç bir zaman bir erkek olmamış ki mağlup hissedesiniz. Kendinize “ben ne yaptım?” sorusunu sorabilme hakkınız otomatik olarak elinizden alındığından kendinizi sefil edebilme potansiyelini z de zayıf.
Bir zamanlar bir arkadaş çok sevdiği ve çok iyi anlaştığını düşündüğü kocası kendisini terk edince çok üzülmüştü. Adam, istediği hayatın bu olmadığına, tek başına, teknelerde, denizlerde, sorumsuz ve tek başına bir hayat istediğine karar vermiş. İşini, eviniı ve hatta giysilerini bırakıp doğaya göçmüş. Ortada bir kadın filan yok. Dedim “niye üzüyorsun kendini bu kadar? En azından başka bir kadın için terk etmemiş seni. Sorun onda, sende değil. Senden kaynaklanan bir durum değil ki bu, dolayısı ile değiştirebileceğin bir şey de yok. O zaman üzülmek niye?”.
Tabii ki doğal olarak hayatın ciddi anlamda değişmesi bir huzursuzluk getirecektir ama bu hiç bir zaman bir başka bir hemcinsimizin bize tercih edilmesi kadar ağır ve yaralayıcı olmayacaktır. Ne dersiniz?

1 comment:

Zeynep KIVILCIM said...

Yazdıklarına katılıyorum Ümran. :) Karşı cinsimi tercih ederim. :)