Friday, March 11, 2016

JAPON ÇAYI

Japon komşum Soko'ya çaya davetliydim bugün. Kendisi bir kaç yıldır çay servis eğitimi alıyor ve bu eğitim 20 yıl sürebilirmiş. Annesi bir "Çay Uzmanı". Kafamın almadığı bir uzun süre bu, ama çay sadece içmek için değil, bütünüyle ruhsal ve kültürel bir tören onlarda.






İlk olarak törenle ve özel aletlerle hazırlanan "macha" çayını içiyoruz. Her kabın durduğu yer ve birbirine olan mesafesi konusunda kurallar mevcut. Sebebini anlamam uzun sürer. Soko'nun İngilizcesi anlatmaya yeterli değil. Bir gün fırsat bulursam okurum. Hemen buradaki Türk arkadaşlar için bir çay töreni organize etmek istiyorum ama yanaşmıyor. Daha fazla alet ve ona uygun bir ortam lazımmış. British Library'de her ay yapılan çaya gitmem daha uygunmuş. Öyle yapacağız artık.






























Kınaya benzeyen yeşil Macha (Maça) çayı tozu ile kaynar su traş firçasına benzeyen, bambudan yapılmış bir fırça yardımı ile köpürtülüyor. Bu kulpsuz çay tasının sunumu da belli kurallara bağlı.












Tasın bir ön yüzü, bir de arka yüzü var. Tasın ön tarafı konuğa bakacak şekilde konuğa veriliyor ama o ön taraftan içmiyorsunuz. Tası hafifçe iki defa avucunuzda döndürüp bir iki yudum alıyor, sonra geriye doğru çevirip tekrar içiyorsunuz. Son kalan bir kaç yudum çay birden içiliyor. Yani fondip! Macha çayı çok pahalı olduğundan sadece özel zamanlarda içiliyormuş. Bir çok kişinin tadını beğenmeyeceğine eminim. Ben böyle bitkilere meraklı olduğumdan "sağlık ve saygı" adına keyifle içtim.

Sonra bildiğimiz gibi demlenen yeşil çay içtik. Japon yeşil çayı epey sert. Bir kere servis edildikten sonra çaydanlıkta kalan yapraklara bir kez daha su dökülüyor ve ondan sonra hem çay içilmiyor hem de yapraklar ıskarta oluyor.

Masamızda Japon sadeliği vardı. Soko'nun hazırladığı sade bir çiçek aranjmanı ve bir kaç bisküvi. Bizim gibi masayı hınca hınç doldurup da "ah şunu deneyemedim" veya "şundan doyasıya yiyemedim" dedirtmiyorlar.












Mart'ın birinci günü kızlar günüymüş Japonya'da. Dolayısı ile masamızda bu güne özel bisküviler vardı. Bizim kağıt helva gibi bir malzemeden yapılmış malzeme in içine kırmızı fasulye ezmesi koyup yedik. Bu bisküvilerin bir kısmı istiridye kabuğu şeklindeydi. Japonya'da kadın simgesi istiridye kabuğu imiş.






Kızlar günü dolayısı ile etrafta Prens ve Prenses figürlerinden oluşan minyatür heykeller ve tablolar vardı. Resimlerde görebilirsiniz. Büyük figür prens yani erkek, minyon olan da Prenses hanım 😀

Japonların paketleme süslemedeki aşırı titizliği, her bir bisküviyi ayrı ayrı paketleme hastalığı "doğaya" zarar konusunda kafayı yiyen benim gibi birine çok hoş görünse de, aynısını yapmama engel oluyor. Biz sırası geldiğinde gazete kağıdına hediye paketleyen, birbirine verdiği hediyenin paketini özenle açıp "bunu tekrar kullanırız" diye kenara ayıran bir çiftiz.

Japon Türk ilişkileri bizim sokakta şu anda iyi gidiyor. İki ev arasında geleneksel yemekler el değiştiriyor. Daha çok yemek yapan taraf ben olduğum için, Türk yemeklerinin karşı tarafta çok beğeni kazandığını artık biliyoruz. Yoğurtlu çobana bile bayıldıklarına göre tamamdır bu iş.

Bir kaç yıl önce yan tarafta yaşayan Japon hanıma yemek verirdim. Bir gün resimlerini çekip bloguna koyduğunu söylediğinde paniklemiştim "ama görüntüleri güzel değil ki!" Bilseydim zeytinyağlı fasulyeyi verirken fasulyeleri tabağa güzelce dizerdim 😜 O herkesin çok beğendiğini söyledi. Bizim ev yemeklerimizin düzenlenmesi çok zor, çoğunlukla sıvı olduğu için. Kayınpederim Türkiye ziyareti sırasında "hiç bu kadar karışık görünen (itici demek istedi) ama güzel tadan yemekler görmedim" demişti.

Şimdi Japon komşumla Türk ve Japon yemek günü organize ediyorum. Sadece ailelerimize özel. 😀 Ben ondan, o da benden tarif alacak.


- Posted using BlogPress from my iPhone

No comments: