Thursday, January 07, 2010

YILBAŞI SONRASI LONDRA


Beyaz ve soğuk bir yeni yıla girdi İngiltere. Özellikle Londra alışık değil bu beyazlığa.
Dün bilgisayarımın başında yazarken gözüm pencereye, lapa lapa yağan kara takıldı. Bir süre izledim ve izlerken fark ettim ki yıllardır karı böyle izlememişim. Ya penceresi olmayan bir ofiste geçmiş yıllarım, ya da arkamı pencereye dönerek çalışmışım. Baharlar ve yazlar gibi karlar da gelip geçmiş hayatımdan, ben farkında olmadan. İşten yarılma sebeplerimden biri de bu olmasına rağmen hala kendimi bırakıp karı izlemekte zorlandığımı, kendimi çalışmak zorunda hissettiğimi fark etmek düşündürücüydü.
Bütün gün ve gece haberlerde havanın ne kadar soğuk ve tehlikeli olduğundan bahsedildi. İnsanlar birbirlerini işe gitmek için motive ettiler. Kar bahane olmamalıydı, çünkü İngiltere’de bir ekonomik kriz yaşanıyordu. Bizde de hep böyle olur, değil mi?!
Bu sabah dışarı çıktığımda yine karın yıllardır görmediğim bir yüzünü gördüm; buz tutmuş kaldırımlar ama öyle böyle değil. Bir Istanbul çocuğu olarak böyle buz hatırlamıyorum kaldırımlarda. Bizde diz boyu kar olur ama şehrin ortasında bu kadar buzlanma olmaz. Arada bir yüzünü gösteren güneş oynuyor bu oyunu. Erimeye başlayan kar biraz sonra gelen arktik soğukla buz haline geçiyor.
Kaymamaya dikkat ederek yollarda ilerlerken dışarı atılmış çam ağaçlarını görüyorum. Dün, yani 06 Ocak geleneksel olarak yılbaşı süslemelerinin söküldüğü tarih. Dolayısı ile çam ağaçları da çöplerde yerlerini almış bulunuyorlar.
Noel sonrası çöpleri çoktan temizlendi. Torbalarca hediye kutusu ve hediye paketi çöp kamyonlarına yüklendi. Yüreğim acımadı dersem yalan olur. Eğer benden paket yapılmamış bir hediye alırsanız bilin ki pintiliğimden veya görgüsüzlüğümden değil, doğaya acıdığımdandır. Her ne kadar dikkatli olunmaya çalışılsa da Noel ve yılbaşları bu konuda çok acımasız oluyor. Allahtan ikinci el mağazaları var. İstenmeyen hediyeler oralarda yerlerini aldılar bile. Beğenilen hediyer ise çoktan kullanılmaya başlandı. Benim en favori hediyem kayınvalidemin kendi elleri ile kapak yaptığı ve içinde kendi yemek tariflerinin olduğu yemek kitabı. Bütün çocuklarına birer tane yapmış. Kayınpederim de tarifleri bilgisayarda yazıp basarak katkıda bulunmuş.
26 Aralık’da başlayan geleneksel yılbaşı indiriminden geriye artıklar kaldı. 27 Aralık’da farkında olmadan büyük mağazalardan birine girdiğimizde kalabalığı görünce bir kaç dakika donup kalmıştım. Çoğunuz bilir, bazı mağazaların önünde insanlar geceden uyku tulumları ile sıraya giriyorlar. Allah akıl versin.
Bir kaç düşme tehlikesinden sonra eve varıyorum. TV’de haberler yine kardan bahsediyor.  Bizim haberlerden tek farkı binaların mimarisi ve insanların görüntüsü, yoksa şikayetler hep aynı; “belediyenin elinde tuz stoğu kalmadı. Yeni stoğun gelmesi Ocak ortasını geçecek”. Bazı yerlerde gaz kesilmiş. Bazı yerlere süt ve ekmek gibi temel gıdalar ulaşamamış. Bir pansiyonda yılbaşını kutlayan 30 kişi orada mahsur kalmıştı. Onlar kurtuldu mu bilmiyoruz. Doğal olarak trafik kazaları var. Yetkililer mecbur kalmadıkça trafiğe çıkılmamasını öneriyorlar. Veliler ve işverenler okulların tatil edilmesinden şikayetçi. 20 km yürüyerek işine giden çalışan TV’de takdir ediliyor. İşe gitmeyip evde kalanlara ateş püskürülüyor.
...ve bütün bunların arasında 2010 yılının ilk ayı sessizce ilerliyor.                        

2 comments:

Şeyda Güner said...

sesinizi duymak ne guzel :) Sanki okurken ses tonunu da duyar gibi oldum. Bu kadar mı konuşur gibi yazılır.
İyi seneler dilerim , Seyda

Umran Altunkaya said...

:-) Herkes oyle soyluyor. Buna da seviniyorum cunku herkesle duzenli gorusme imkani olmuyor ama bu yazilar onlara sanki beni gormus gibi bir duygu veriyor. Ben de gelen yorumlarla karsilik bulmus oluyorum. insan yuzu goremese bile bir baglanti kurmus oluyor. O kadar onemli ki...