Friday, September 29, 2017

MEDENİYET ÖLÇÜTÜ= AYAKKABI, DOMUZ, ALKOL

İngilizlerde eve ayakkabı ile girme oranı düşerken bizim Türklerde artıyor. İşin hijyen kısmını hiç düşünmeden, geleneksel olarak yaftaladığı bu kuralı iptal ederek medeni, modern insan grubuna gireceklerini sanıyorlar. Oysa bizim yüzyıllar önce fark ettiğimizi batılı daha yeni fark etmiş ve hızla uygulamaya geçiyor. Onlar dönerken bizimkiler gitmeye çalışıyorlar hala, her alanda olduğu gibi. Nerdeyse eve gelen misafire ayakkabı çıkarttırmaya utanıyorlar.

Bir diğer "medeni ve modern" görünme çabası domuz ürünü yemekten geçiyor. Domuz ürünü yediğini veya yemekten çekinmediğini neredeyse gururla söyleyenlere ise acıyarak bakıyorum. Bunu doğal olarak yapanlara sözüm yok ancak sınıf atlama gayreti ile yapanlar o kadar göze batıyor Ve sefil görünüyorlar ki acımamak elde değil. Domuz da aynı şekilde geleneksellik, geri kalmışlık Ve dindarlık simgesi olarak görünüyor. Tabii bu şahıslar buradaki toplumun spiritüel elit ortamına pek girmedikleri için domuz ile ilgili kampanyalardan da haberleri yok. Domuz etinde bir bakteri bulunduğunu ve iyi pişmediği takdirde ölümcül olduğunu daha önceden biliyordum. Bu konu modern tesislerde halledilmiştir. Ancak, domuzun insana en benzeyen hayvan olduğunu, bu nedenle ondan kalp kapakçığı yapıldığını, yamyamların domuz etine alıştırılarak insan yemekten vazgeçirildiğini ve domuz etinin İncil'de de yasaklandığını ilk defa bir Hristiyan gruptan öğrenmiştim. Chelsea'deki bir arkadaştan gelince bu mail daha da şaşırmıştım. Bu konudaki yazıyı sürekli çevreleri ile hala paylaşmaktalar. Kayınpederimle paylaştığımda İncil'deki bilgiyi doğrulamıştı.

Peki neden domuz yemekteydi Hristiyanlar? Kıtlık dönemlerinde domuz en hızlı üreyen ve etlenen hayvandı. Verimliydi yani. Kalorisi yüksek bir et üstelik. Şimdi Batılı aydın kesim et tüketimini azaltırken domuz etinden özellikle uzak duruyor, yukarıdaki değişik sebeplerden dolayı. Bizimkiler ha gayret o tarafa gidiyor, modern olacaklar çünkü.

Alkole gelince... Çocukluk hatıralarımda rengi hiç sararmamış bir kaç sahne vardır. Bunlardan biri evimizin arkasındaki evde oturan babamın kuzeninin eve sarhoş gelip karısını dövmesidir. İkisi de çok sevdiğim insanlar olduğu için birinin dayak yemesine, diğerinin de ona vuracak kadar düşmesine canım yanardı. Çığlıklara dayanamayan annem babama onları ayırması için yalvarırdı. Babam gider kuzenini bir silkeler, o akşamı huzura erdirirdi. Babamın neden annemin yalvarmasını beklediğini daha sonra sarhoş insanları gördüğümde anladım; sarhoşun Ne yapacağı belli olmaz. Babamın avantajı hem kuzeninden yaşlı olması hem de daha iri ve kuvvetli olmasıydı ama biliyoruz ki bunların bir sarhoşun yapabilecekleri karşısında hiç bir önemi yok. Ertesi gün yengemin morarmış yüzüne bakarken bir çocuk olarak ben utanırdım. Alkolün insanlara zarar verdiği çakıldı kafama.

İkincisi ilkokula başladığımda gördüğüm okul koridorlarına asılmış olan Yeşil Ay posterleriydi. Okumayı söker sökmez bu posterleri merakla okumaya Ve ne demek istediklerini anlamaya çalışmıştım. Alkol Ve sigaranın zararları üzerine bir dizi posterdi bunlar. Tenefüslerimi bu posterleri ziyaret ederek geçirdiğim çok olmuştur. Bu iki maddesinin ne kadar zararlı olduğu üzerine bir kaç çivi daha çakılmıştı kafama.


Üçüncü unutamadığım hatıra da babamın bir kaç gece eve geç gelip kusmasıydı. Arkadaşları ile yemeğe gidip, biraz rakı içtiği zamanlardı bunlar. Muhtemelen o da arkadaş baskısına yenik düşmüştü. Hiç unutmadığım annemin ona söylediği idi; "madem sana yaramaz, niye içersin bu boku?!" Hımm, demek herkese yaramıyor. Bir çivi daha çaktık.

Yine bir çocuk olarak yakın bir akrabamızın alkolik kocasından dolayı çoluk çocuk başkalarının yardımına muhtaç yaşaması ve anlatırken ağlamalarına Ve daha sonra gördüğüm yıkılmış ailelere girmeyeceğim bile.

İngiltere'de yıllardır bir alkol mücadelesi var. Özellikle kadınlardaki içme oranı yıllardır alarm zilleri çaldırıyor ve alkol tüketimini azaltmak için ciddi çalışmalar yapılıyor. Bir zamanlar bizim kahvehaneler gibi her köşebaşında bulunan Publar haftada 27 adet gibi bir hızla kapanıyorlar. Bir kaç yıl önce kapanma hızı daha yüksekti. Çoğu kapanınca rakam da düştü. Peki yerlerine ne geldi?! Kafeler!! Devletin 20 yıl kadar önce başlattığı "halka alkolsüz bir alışkanlık kazandırma çabası" bugün mantar gibi üreyen kafelerle sonuç verdi. Ancak hala alkolün sağlık sistemi ve güvenlik birimleri üzerindeki negatif etkisi üzerinde durulup, daha nasıl tüketimi azaltılabilir ona bakılıyor.

Peki bizimkiler ne yapıyorlar?! Alkol almayı modernlik ölçüsü, dindarlık karşıtı olarak kullanıyorlar. Yine burada bunu bu amaçla yapmayanları, aileden böyle bir kültürle gelenleri ayırıyorum.

"Aaa içmiyor musun?!! Niye?! Çok mu dindarsın?!" Bir de hafif sırıtan ve aşağılamaya çalışan bir yüz ifadesi eşlik eder buna. Sanki dindar olup da içen YÖK gibi din sokuşturulur araya bir aşağılama ifadesi olarak çünkü alkolü red ederek bir güç gösterisinde bulunmuşsunuzdur ve karşınızdaki zayıf biri ise buna sizi ezmeye çalışarak karşılık verir. Eşimin ailesi bende kalırken ziyaretlerine gelen bir arkadaş ben çay ikram edince kızmıştı. "Kızım versene adamlara şarap veya bira. Nedir böyle çay filan?!" Tabii hiç düşünemiyor onların belki de içmek istemediğini ve çayı daha çok sevdiklerini. Direkt beni geleneksellikle suçlamaya girişiyor. Ben bilmiyorum ya, o öğretecek medeniyeti.

Eşim de teklif edilen şarabı red ettiğinde Türk arkadaşlarımızın kaşları daha da kalkar ve bana dönüp "adama da mı içirmiyorsun??!!?" suçlamasında bulunurlar çünkü onlara göre her Batılı içer, çünkü Batılı demek modernlik demektir ve alkol de modernlik ölçütüdür. Oysa bilmezler ki eşim alkol, sigara Ve uyuşturucuya militanlık ölçüsünde karşıdır, malum zararlardan dolayı. Ben arada bir tadına baktığımda bile dehşete düşer.

Alkol konusunda özellikle rahatsızım çünkü çok baskısını gördüm Türk arkadaşlarımdan. Alkol tüketme alışkanlığı olan bir aileden gelmiyorum ancak bu çevremdeki diğer arkadaşlarıma engel olmamış, dolayısı ile bana engel olan başka bir şey veya çocukluğumda çakılmış olan çiviler. Öncelikle bedenim alkolü red ediyor. Bunu ilk teşhis eden sevgili Ender Saraç idi. Bir küçük kadeh Baileys veya Malibu'yu bile bitiremeyişimin nedenini o açıklamıştı "bedeniniz alkolü de tolere edemiyor. Uzak durun". Tabii "niye ben içemiyorum?" diye gitmemiştim ona, genel kontrolde ortaya çıktı. Allah'tan bu tür baskılara boyun eğen zayıf biri değilim ama baskıya boyun eğerek bedenine çok zarar veren çok kişi var. Alkol almıyorum diye yemeklere davet edilmediğim de olmuştur. Sebep? Alkol almayınca eğlenemezmişim ve onlara uyamazmışım. Çok şükür eğlenmek için dışarıdan bir madde desteğine ihtiyacım yok. Böyle madde desteğine bakın Batılının ihtiyacı vardır. Pek sosyal olmadıkları için, utangaçlıklarını ancak bir kaç kadehten sonra yenebiliyorlar. Bu ülkelerde alkol, içme suyunu hijyenik hale getirmek amacı ile başlamış Ve günümüzde de gevşeyerek keyif alabilmek için devam ediyor. Türk toplumunun eğlenmek için içmeye ihtiyacı henüz yok. Hele sınıf atlamak için içmek!... Çok daha komik oluyor. Medeniyet yediğiniz, içtiğiniz veya giydiğinizle ölçülmez, ne kadar okuduğunuz, araştırdığınız ve bu bilgileri ne kadar özümseyip davranışlarınıza yansıttığınızla ölçülür. Modern olmak da medeni olmak anlamına gelmez.


- Posted using BlogPress from my iPhone

No comments: